Her siyasal sistem, toplum üyelerinin o sisteme dair sahibi oldukları bilgiler, inançlar ve tutumlar ile siyasete ilişkin değerler ve davranış kurallarını barındırır. Bu unsurların bütününe ise “siyasal kültür” denir.
Siyasal kültür, “insanların içinde yaşadıkları toplumun yönetimiyle ilgili algı, ilgi, bilgi, değer ve eylemleri ile bunları etkileyen maddi ve manevi durumların bütünü” olarak tanımlanabilir. Aynı zamanda, “bütünsel kültürün siyasal yönleri” ifadesiyle de ifade edilir.
Siyasal kültürün siyasal süreç açısından iki temel işlevi bulunmaktadır. İlk olarak, kültür, belli inanç ve davranışların standartlaşarak siyasal sürecin etkin bir biçimde işlemesine yardımcı olur. İkinci olarak ise, siyasal kültür mevcut siyasal sistemin benimsenmesi ve meşruiyet kazanması konusunda bir araç olarak işlev görür; bu durum liderlik ve yönetim merciienderinde haklılık duygusu yaratır ve dolayısıyla yönetimin sürekliliğini sağlar.
Bir toplumun siyasal kültürü, o toplumu oluşturan bireylerin siyasal nesnelerle ilgili değer ve yönelimleri ile siyasal semboller hakkındaki inançlarından oluşur. Siyasal kültür aynı zamanda, hem kamu olaylarından hem de bireysel tecrübelerden beslenir ve bir toplumun temel siyasi değerlerine de yön verir.
BATICI SİYASAL KÜLTÜR
Türkiye, son yüzyılda yaşanan darbeler ve dayatılan Batıcı politikalarla birlikte kültürel yapısını ciddi oranda kaybetmiş ve bozulmuştur. Günümüzde ne milli bir kültür ne de yerli bir siyasal kültür bulunmaktadır. Bu kültürel boşluk, ülke yönetimini tehdit eden bir unsur haline gelmiştir.
Örneğin, ABD’de 2020 Başkanlık seçimlerini kazanan Demokrat Parti’nin başkan adayı Joe Biden, Aralık 2020’de Türkiye ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hakkında şu ifadeleri kullanmıştır: “Bence yapmamız gereken Erdoğan’a karşı farklı bir yaklaşım izlemek. Muhalefetin liderlerini desteklediğimizi belirtmeliyiz ve Kürt nüfusunun entegrasyonunu sağlamalıyız. Yanlış olduğunu düşündüğümüz olaylarda sesimizi çıkarmalıyız.” Bu yorum, ABD Başkanı Biden’ın Türkiye üzerindeki etkisini ve açıkça bir sömürge yönetimi isteğini göstermektedir.
Batıcılık, Türkiye’de dış destekle kaynaşmaktadır. Ülkenin yönetimini, Türk milletine bırakmak istemeyen güçlerin algılayış biçimi, Antimuslim bir laiklik uygulamasını beraberinde getirmiştir. Bu Batıcı laik siyasal kültür, Türkiye’nin hareket alanını kısıtlamakta ve milli iradeyi baskı altında tutmaktadır.
Siyaset, Türk milletinin özünden kopuk bir yapıda, ikincil bir dille inşa edilmektedir. Avrupa merkezli bilim anlayışının hâkim olduğu üniversiteler ve yabancı reklam bütçeleriyle beslenen medya, olay ve olguları çarpıtmakta, toplumun felaketlerine dair algı oluşturmakta yetersiz kalmaktadır. Türkiye, 1948’de Milli Şef İsmet İnönü’nün kararıyla BM Genel Kurulu’nda İsrail’i devlet olarak tanıdığında, bu Batıcı laik siyasal kültürün etkisi açığa çıkmıştır.
12 Eylül 1980 darbesi, Türkiye’nin üniversite gençliğini kutuplaştırarak ortam hazırlamış ve PKK’nın kurulmasına zemin hazırlamıştır. Batıcı laik siyasal kültür, terör örgütü PKK’nın doğuşunu ve varlığını sürdürmesini sağlamıştır. Afganistan, Irak ve Suriye’deki işgallerin getirdiği sonuçlar, Batıcı bir siyasal kültürün ciddi tehditler yarattığını gözler önüne sermektedir.
Bir diğer önemli husus ise, BM Güvenlik Kurulu’ndaki beş devletten (ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin) her birinin İslam topraklarındaki sömürgecilik hayalleri kurduğu gerçeğidir. Bu ülkeler arasındaki paylaşım savaşı, Ortadoğu bölgesindeki çatışmaların