Suriye ve Irak… Osmanlı İmparatorluğu’nun bu topraklardan çekilmesinin ardından istikrarsızlık girdabına sürüklenen iki ülke olarak tarihe damgasını vurmuştur. Bu süreçte yaşanan mezhep çatışmaları, yabancı müdahaleler ve siyasi krizler, bu coğrafyanın değişmeyen kaderi haline gelmiştir. Bu karmaşadan faydalanan dış aktörler, bölgede kendi çıkarlarını gerçekleştirmek için harekete geçmiştir.
Bu bağlamda, bölgedeki Rusya ve İran etkisi her geçen gün artmaktadır. ABD, İsrail ve İngiltere’nin oluşturduğu ittifak ise bu ülkeleri işgal ederek yüzlerce hava saldırısı düzenlemiştir. Bu saldırılar, Suriye ve Irak halklarının acılarını katlamakta, iktidarlar art arda devrilmekte ve mülteci krizi derinleşmektedir. Ekonomik çöküş ise iki ülkenin de üzerinde büyük bir yük oluşturmaktadır. Yapılan tüm müdahalelere rağmen, mevcut siyasi yapılar bu zor koşullardan kurtulamamıştır.
Böylesine bir kriz ortamında, Türkiye, bölgesel istikrarın sağlanmasında önemli bir aktör olarak öne çıkmaktadır. Ankara’nın bölgedeki etkinliğinin artması, NATO’nun küresel çıkarlarına da büyük bir avantaj sunmaktadır.
TÜRKİYE’NİN PKK İLE MÜCADELESİ: NATO İÇİN KRİTİK BİR CEPHE
Türkiye’nin terör örgütleriyle yaptığı mücadele, yalnızca ulusal güvenliği için değil, aynı zamanda NATO’nun Orta Doğu’daki varlığı açısından da kritik bir öneme sahiptir. Türkiye, hem kendi toprakları içerisinde hem de Suriye ve Irak’ta gerçekleştirdiği askeri operasyonlarla bu tehdidi minimize etmeye çalışmaktadır. Ancak ABD’nin Suriye’deki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) desteklemesi, Türkiye’nin mücadele çabalarını ciddi bir şekilde zorlaştırmaktadır.
Türkiye’nin terörle mücadelede SDG’den daha büyük bir askeri güce ve tecrübeye sahip olduğu açıktır. NATO’nun temel ilkesi, üye ülkelerin güvenliğini ortak bir savunma çerçevesinde korumaktadır. Bu nedenle, ABD’nin SDG’ye sağladığı desteğin gözden geçirilmesi, Türkiye’nin terörle mücadele çabalarının daha etkin bir şekilde desteklenmesini zorunlu hale getirmektedir. Bu durum, NATO ittifakının iç bütünlüğü açısından bir tercih değil, bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır.
DOĞU VE BATI ARASINDAKİ STRATEJİK KÖPRÜ
Türkiye, hem Doğu’ya hem de Batı’ya uzanan dengeli dış politikası ile NATO’nun en stratejik üyeleri arasında yer almaktadır. Rusya ve İran gibi bölgesel güçlerle sıcak ilişkiler sürdürürken, NATO’nun çıkarlarını koruyan bir duruş sergilemektedir. Bu çift yönlü strateji, NATO’nun bölgede daha etkin olmasını sağlamaktadır. Özellikle Suriye ve Irak’taki karmaşık durumlardaki Türkiye’nin rolü olmadan, NATO’nun etkili bir çözüm üretmesi neredeyse imkansızdır. Türkiye, terörle mücadele, mülteci krizinin yönetimi ve bölgesel istikrar gibi konularda NATO’nun yükünü hafifletmektedir.
SAVUNMA SANAYİİNDE TÜRKİYE’NİN YÜKSELİŞİ
Türkiye’nin savunma sanayisindeki başarıları, yalnızca bölgesel güvenliği değil, NATO’nun teknolojik altyapısını da güçlendirmektedir. Özellikle Bayraktar TB2 gibi insansız hava araçları, hem askeri sahada sağladığı etkinlik hem de küresel pazardaki başarısı ile dikkat çekmektedir. Türkiye, yerli ve milli savunma teknolojileri geliştirerek NATO’na önemli katkılar sunmaktadır.
Bu başarılar, Türkiye’yi yalnızca askeri düzeyde değil, aynı zamanda diplomasi alanında da güçlü bir aktör haline getirmektedir. NATO, Türkiye’nin bu teknolojik yükselişini desteklemeli ve bu gücü ortak stratejilere entegre etmelidir.