Özel kalem müdürlerinin genel müdürlüğe ve teftiş kurulu başkanlığına atandıkları ve bu görevleri birlikte yürüttüklerini daha önceki yazılarımızda ele almıştık. Ancak bu konunun geniş bir kitleyi ilgilendirmediği, herkesin işine gücüne devam ettiği gözlemleniyor. Diyanet İşleri Başkanlığı gibi önemli bir yapının böyle bir duruma neden olması aslında pek de şaşırtıcı değil. Belirtilen uygulamalar mevzuata uygun olsa da, her kanuni olanın ahlaki olmadığını hatırlamak önemlidir.
Bu noktada, özel kalem müdürlerinin bakan yardımcılıklarına terfi etmelerini de ele almak istiyoruz. O kadar fazla sayıda bu durumun gerçekleştiği görülüyor ki, her biri için isim vermenin gereksiz olduğunu düşünüyoruz. Kişilerin isimleri ve görevleri açık kaynaklardan edinilebilir ve bakan yardımcılarının özgeçmişleri incelendiğinde, durum net bir şekilde ortaya çıkıyor. Okuyucular, başka bakan yardımcılarının da aynı derecede nitelikli olup olmadığını sorgulayabilir, fakat bu konuyu takdirlerine bırakıyoruz.
Birçok kişi, özel kalem müdürü olarak başlayan kişilerin bir anda bakan yardımcısı olduklarını görünce şaşırıyor. Bu kişiler, genel müdürlere talimat verme pozisyonuna geçiyorlar; fakat çoğu zaman, ne niteliklere, ne eğitim geçmişine, ne de tecrübeye sahip oldukları sorgulanmıyor. İşlerin devam etmesi, bunun çok da önemsenmediğini gösteriyor. Ancak burada belirtmek gerekir ki, atama şartlarını yerine getirmiş olmaları, bu durumu meşru kılmıyor.
Bu durum, özellikle alanında deneyim kazanmış yetkin kişilerin göz ardı edilmesinin bir örneği olarak değerlendirilebilir. “Alan razı, satan razı” sözündeki gibi, bu atamalar artık bir şekilde kabullenilmiş gibi görünüyor. Kamu yönetiminde yıllarca bakanla birlikte çalışan becerikli insanların bakan yardımcılığına atanması, belki de normal bir gelişme olarak algılanmalıdır. Ancak bu durum mevcut sistemin, liyakatten çok başka unsurlara göre işlediğini de ortaya koymaktadır.
Bütün bu gelişmeler, kamu yönetiminde yükselmenin ve görevlerin paylaşılmasının nasıl bir mantıkla yürütüldüğüne dair ciddi kaygılar doğurmaktadır. Kamu kurumlarındaki bu tür değişiklikler, hem yönetsel verimliliği hem de ahlaki durumu sorgulama gerekliliği doğuruyor. Her ne kadar mevzuata uyum sağlansa da, uygulamaların ahlaki dayanaklarının sorgulanması gerektiği açıktır. Yaşananlar, kamu görevlilerinin atanma süreçlerinde yalnızca resmi kriterlerin yeterli olup olmadığını bir kez daha düşündürmektedir.
Tüm bu gelişmeler ışığında, bakanlıkların temel işlevlerine ve kamu yönetimindeki liyakat ilkelerine dair tartışmalar devam etmektedir. Son olarak, halkın gözü önünde gerçekleşen bu tür atamalar, toplumda güven kaybına yol açmaması adına daha dikkatli bir şekilde ele alınmalıdır. Bu tür uygulamalar, kamuoyunun gözünde şeffaflık ve adalet anlayışını zedeleyebilir. Ülkemizdeki kamu yönetiminin sağlıklı işleyebilmesi için, nitelikli insan kaynağının değerlendirilmesi ve yetkinliklerin göz önünde bulundurulması büyük önem taşımaktadır.
emekhaber